3 Aralık 2012 Pazartesi
31 MART OLAYI !...
31 MART OLAYI !...
Meşrutiyet ilan edilmişti ancak Almanlar Abdülhamid'in varlığından rahatsızdı. Sultan 4 Ağustos'ta İngiliz yanlısı Kamil Paşa'yı sadrazamlığa getirmişti çünkü Almanların İttihat ve Terakki'yi kullanarak Meşrutiyet'i ilan ettiklerini biliyordu ve onlara ancak İngilizlere yaslanarak karşı koyabilirdi..Hatta bunun için demiryolları imtiyazını bile İngilizlere verebilirdi. Bu, Almanlar için büyük bir yıkım demekti. Bunu önlemek için Alman elçisi Baron Marschall'a talimat verildi. ( Mehmet Selahattin, "Bildiklerim" s.28 )
Dönemin Meclis-i Mebusan Başkanı Ahmet Rıza anılarında şunları yazıyor : "Meclis-i Mebusan'ın açılışından sonra memlekette gizli ve sorumsuz bir kuvvetin varlığından şikayet olunmaya başlandı. Bir akşam Almanya elçiliğine yemeğe davet edildik. Yemekten sonra Elçi Baron Marschall benim yanıma gelerek konuyu açtı. 'İhtilali İttihat ve Terakki yaptı. Halbuki memleketi başkaları idare ediyor. Niçin devlet idaresini elinize almıyorsunuz ? Hükumetten şikayet edilecek olursa ben ne yapayım ? Cemiyet öyle istiyor diyor ; Cemiyet ise, meydana çıkmıyor, sorumluluktan korkuyor gibi görünüyor' dedi.." ( Ahmet Rıza, "Ahmet Rıza Bey'in Anıları", s.35 )
Evet, gerçekten de Cemiyet meydana çıkmıyordu. Meşrutiyet ilan edilmiş, Cemiyet'in yedi kişilik merkez yönetimi halen açıklanmamıştı. Bu arada Cemiyet üyelerinden hiçbirisinin ihtilal hakkında yayın yapmaması kararı alındı.
Meşrutiyet'in ilanından sonra Cemiyet, Ağustos 1908'de, Prens Sabahattin'in önderlik ettiğiTeşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile birleşme girişiminde bulunarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adını aldı.. Ancak bu birleşme çok kısa ömürlü oldu. Prens Sabahattin yanlıları, cemiyeti gizli çalışma, yönetimi baskı altına alma gibi yöntemlerini, orduyu siyasete karıştırmasını eleştirdiler. Sabahattin, Eylül 1908'de Ahrar Fırka'sının kuruluşunu destekledi. Cemiyet toplumda uyandırdığı saygınlığa, etkinliğe karşın hükumet kurmaya yanaşmadı. Çünkü aralarında deneyimli devlet adamı yoktu. Rumeli dışında hiçbir yerde örgütlenmemişlerdi. Üyelerinin büyük çoğunluğu 3. Ordu subaylarıydı. Meşrutiyet ilan edildiği zaman başta olan Sait Paşa Kabinesi' ne bakan da verememişlerdi. Ağustos 1908'de kurulmuş olan Kamil Paşa Hükumeti'nde de yalnız Adliye Nazırı Manyasizade Refik, Cemiyet üyesiydi..
Talat Bey'den daha üst düzey bir mason olan Manyasizade Refik, ihtilalden hemen sonra öldüğü için pek bilinmemektedir. Midhat Paşa'nın avukatı ve hukuk danışmanı olan Manyasizade, Cemiyet'in en güçlü isimlerindendi. Cemiyetçe uygulanan açıklama yapılmaması kararına rağmen İttihat ve Terakki ile masonluk bağlantısını Le Temps Gazetesi'ne 20 Ağustos 1908 günü şöyle anlatmaktadır : "Masonların, özellikle İtalyan masonlarının bizi manen destekledikleri bir gerçektir. İki İtalyan locasının, Macedonia Risorta ve Labor et Lux'ün, büyük yardımları dokundu, bize toplantı yeri sağladılar. Bize sığınak teşkil ettiler. Localarda mason olarak toplandık ; zaten aramızda hayli mason vardı, ama asıl örgütlenmek için toplanıyorduk. Beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın çoğunu da bu localardan seçtik, çünkü adaylarla ilgili soruşturmalarda masonlar çok titiz davranıyorlardı, eleme işlemini hemen hemen tümüyle üzerlerine almışlardı.."
Görüldüğü gibi elemeleri bile masonlar yapmıştı. Asıl ipler başkalarının elindeydi ve ortaya çıkmıyorlardı..
1908'in 18 Ekim - 8 Kasım tarihleri arasında Selanik'te, Cemiyet'in ilk kongresi toplandı. Halka açık olmayan kongre büyük bir gizlilik içinde yapıldı. Seçilen yedi kişilik yeni ve gizli genel merkez üyelerinin adları da açıklanmadı. Ayrıca Cemiyet'in siyasi partiye dönüştürülmesi kararı alındı, fakat buna tam bir açıklık getirilemedi. Cemiyet halka sunacağı demokrasiyi daha kendi içerisinde bile hayata geçiremiyor, bir siyasi parti haline gelemiyordu..
Aralık 1908'de yapılan seçimleri Cemiyet büyük bir çoğunlukla kazandı. Ancak mebusların çoğunluğu Cemiyet dışından olduğu için İttihatçı sayılmazlardı. Seçimler sonrasında Cemiyet'e karşı olan Kamil Paşa (Yukarıda sağda) Kabinesi'ni 13 Şubat 1909'da güvensizlik oyu vererek düşürdüler. Yerine Almanlara ve İttihatçılara yakın bir isim olan Hüseyin Hilmi Paşa (Yukarıda solda ) Kabinesi, Cemiyet'in izniyle getirildi.
Bu arada İngiliz yanlısı Jön Türklerin Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetiyanlıları Servet-i Fünun, Yeni Gazete, İkdam gibi gazetelerle hem Alman taraftarı Hüseyin Hilmi Paşa Hükumetine hem de İttihat ve Terakki'ye muhalefete başladılar.
İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin mason olduğu halk ve askerler arasında yayılıyordu. Meşrutiyet'in ilanından itibaren güvensiz ve karışık bir durum oluşmuştu..5 Ekim'de Ferdinand'ın Bulgaristan'da bağımsızlığı ilan etmesi, bir gün sonra Avusturya-Macaristan'ın Bosna ve Hersek eyaletlerini ilhak etmesi, Girit halkının Yunanistan'a bağlandıklarını bildirmesi, Adakale'nin Avusturyalı askerler tarafından işgal edilmesi gibi olaylar karşısında Cemiyet'in aciz kalıp bir şey yapmaması tepkileri artırdı.
Bunun dışında, memleketin her yerinde düzenlenen siyasi suikastlar sonucunda katillerin yakalanmaması hükumete olan güveni sarstı. 2 Aralık'ta İsmail Mahir Paşa, Sultanahmet Meydanı'nda öldürüldü. Katil, elini kolunu sallayarak uzaklaşmıştı. Gazetecilerden Hasan Fehmi, Ahmet Samim ve Zeki Bey'in aynı şekilde öldürülmesi kamuoyunda şok etkisi yaptı.
İttihat ve Terakki, Meşrutiyet'ten sonra Padişah'a sadık Birinci Ordu'ya güvenmeyerek Selanik'teki Üçüncü Ordu'dan Avcı Taburları'nı İstanbul'a getirmişti.
Osmanlı Devleti'nin ilk özel harp teşkilatı olarak bu Avcı Taburları gösterilebilir. Çetelere karşı düzenli orduyla karşılık veremeyeceğini anlayan Osmanlı, bu nedenle, tıpkı çeteler gibi dağlarda yaşayan bu taburları organize etmişti. Bulgar, Yunan, Sırp çetecilerle amansız bir mücadeleye girerek onlarca çeteyi bu taburlar yok etmişti.
İttihat ve Terakki'nin içinde iki ayrı kol vardı. Bunlardan birisi Selanik koluydu. Selanik'te daha çok Batı'nın Sosyalist ve Masonik görüşleri geçerliydi. Fakat bunların vurucu güçleri, Manastır'a göre çok zayıftı. Çünkü ordudaki subayların Melami idi. Ayrıca eşkıya takibinde bulunan devletin silahlı güçler mensupları da Arnavut asıllı Melamilerdi. ( Abidin Nesimi, "Yılların İçinden", s.32 )
Bir başka açıdan bakarsak ; Manastır Ocağı İngiliz, Selanik Ocağı ise Alman etkisi altına girmişti. Abdülhamid de bu konuda şöyle yazıyor : "Böylece Jön Türklerin Selanik teşkilatı Almanların, Manastır teşkilatı İngilizlerin eline geçmiş oldu.." ( İsmet Bozdağ, "Sultan Abdülhamid'in Hatıra Defteri" )
Avcı Taburlarının askerleri Manastır'daki Melami subaylara bağlıydı. 7 Nisan'da Serbesti Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin, faili meçhul kişilerce öldürülmesi, gerginliği artırmıştı.
1909 13 Nisan'ında ( Hicri 31 Mart 1325 ), Avcı Taburuna bağlı askerler gece yarısı saat 04'de isyan ederek subaylarını hapsettiler.
Tarihçilere göre bu olayı İngilizler planlamıştır. Sadaretten düşürülen İngiliz yanlısı Kamil Paşa'nın oğlu Sait Paşa'nın, Avcı Taburlarının içindeki Hamdi Çavuş'a para vererek onları ihtilal için kışkırttığı belgelenmiştir. ( Doğan Avcıoğlu, "31 Mart'ta Yabancı Parmağı",s.70 ) Bu para Sait Paşa'ya İngiliz Büyükelçiliği Baştercümanı Fitz Maurice aracılığıyla İngiliz Haberalma Teşkilatı (Intelligence Service) tarafından verilmişti. ( Sina Akşin, "31 Mart Olayı" s.361 )
Avcı Taburları isyan edince, Selanik'ten 15 bin kişilik Hareket Ordusu görünüşte isyanı bastırmak, gerçekte ise Abdülhamid'i devirmek için harekete geçti. Bu orduda Arnavutlardan, Manastırlılardan ve Bulgarlardan oluşan gönüllü siviller de vardı. 700 Selanikli Yahudi'nin oluşturduğu gönüllü Yahudi Taburu, 2. Fırka Komutanı Albay Kazım (Karabekir) Bey'in komutası altındaydı..
25 piyade taburu, 7 sahra ve 2 cebel bataryası ile 10 süvari bölüğü kuvvetindeki Hareket Ordusu'nun neredeyse yarısı gönüllülerden oluşuyordu.
"Sandansky adındaki meşhur Bulgar komitacı da bir takım Bulgarlarla Hareket Ordusu'na katılmıştı. Diğer önemli kısmı da dönmeler olmak üzere bir ordu vücuda gelmişti.." ( Rıza Nur, "Hayat ve Hatıratım", c.1, s.301 )
Yahudi nüfusun yoğun olduğu Bursa'da oluşturulan gönüllü taburunu kuran Mahmut Celal (Bayar) idi. Bayar bu kuvvetle İstanbul'daki Hareket Ordusu'na katıldı.
Hareket Ordusu Yeşilköy'e geldiğinde komutayı Müşir Mahmut Şevket Paşa aldı. Berlin'de askeri ataşe olarak görev yapan Enver Bey de geri dönerek Yeşilköy'de Hareket Ordusu'na katıldı ve ordunun kurmay başkanı oldu. Şişli'de, Harp Okulu öğrencileri de orduya katıldı.
İstanbul'daki 30 bin kişilik Hassa Ordusu harekete geçseydi, derme çatma Hareket Ordusu'nu derhal dağıtabilirdi. ( Ali Cevat, "Meşrutiyet'in İlanı ve 31 Mart Hadisesi", s.70) Abdülhamid, ülkenin parçalanacağının bilincinde olduğu için vatanının işgaline engel olmak amacıyla Hassa Ordusu'nu harekete geçirmedi...
27 Nisan'da Meclis-i Umumi'yi toplayan İttihatçılar, Abdülhamid'in tahttan indirilmesi kararını mebusları tehdit ederek silah zoruyla çıkardılar. Muhalefet tamamen susturulmuştu. Meclis-i Mebusan'ın aldığı karar ve Şeyhülislam Mehmet Ziyaettin Efendi'nin fetvasıyla Sultan Abdülhamid tahttan indirildi ve yerine Veliaht Reşat, V.Mehmet adıyla tahta çıktı. Yalanlarla dolu bir Hal fetvası hazırlanmış, Fetva Emini ve Şeyhülislama zorla imzalattırılmıştı. ( Burhan Felek, "Yaşadığımız Günler" s.126-7 )
II. Abdülhamid Han'a hal'ini tebliğ için Yıldız'a gönderilen heyetin oluşum şekli ise, Türk tarihinin en yüz kızartıcı olaylarından birisi oldu. Bütün Osmanlı tebaasını temsil etmesi gerektiği iddiasıyla oluşturulan heyette tek bir Türk yoktu !..
Ahmet Rıza Bey anılarında Abdülhemid'e gönderilen Hal Heyeti'nin tam bir intikam heyeti olduğunu yazmaktadır.( Ahmet Rıza, a.g.e. s.39 )
Bunlar ; Yahudi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram Efendi ve Gürcü Arif Hikmet Paşa idiler.. Padişah, hal kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu, mabeyin başkatibi Cevad Bey'e sorup öğrenince ; "Bir Türk padişahına, İslam halifesine hal kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı ?"demekten kendini alamadı..
Burada "nankör" ; uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefete geçen Arif Hikmet Paşa idi..
( Fethi Okyar, "Üç Devirde Bir Adam" s.46 )
Şevket Süreyya Aydemir, "Suyu Arayan Adam" adlı kitabında bu olayı şöyle anlatır :
"..Fakat bu hürriyet sarhoşluğu uzun sürmedi. Bu güzel hayal alemine ilk ihanet eden, önce padişahın kendisi oldu. Bir gün İstanbul'da, bütün bu yeniliklere karşı, padişahın kışkırttığını söyledikleri bir asker ayaklanması çıktığı haberi Edirne'de bomba gibi patladı..
Bizim şehirde mahalleler şimdi gene boşalıyordu. Fakat bu sefer İstanbul üstüne.. Ağabeylerimin ikisi de gönüllü taburlarıyla hareket ettiler. Büyüğü hasta bir subaydı ; fakat Sultan Hamid'in kindar bir düşmanıydı. Ondan daima 'Şeytan Hamid' diye bahsederdi. Ama, bunu babama duyurmazdı. Babam padişah hakkında ileri geri söz söylenmesini, hatta onun resminin ellerde dolaşmasını bile hoş görmezdi. O, padişahı, milletin büyüğü sayardı. Bütün büyükler gibi ona da, içten gelen, samimi ve saygılı bir itaati vardı..
Edirne'den gönüllü taburları hareket ederken ihtiyarlar, çocuklar, hatta kadınlar bile bu orduya katılmak istiyorlardı. Gidenlerin de bayraklarında 'Ya Hürriyet ! Ya ölüm ! ' yazılıydı. Fakat şimdi her nedense bu sözler Rum, Bulgar vatandaşlarımızın kalpaklarından silinmişti. Papazlar, çeteciler, voyvodalar, kaptanlar, özetle Rum, Bulgar eşkıyası kendilerini artık kenara çekmişlerdi. İstanbul'a, hürriyeti kurtarmak için hareket eden orduya bunlar katılmadılar. Bunun üzerine, hürriyetin getirdiği dört kelimeden ; önce 'uhuvvet' yani 'kardeşlik' kelimesi kendi kendine ortadan kalktı ve unutuldu. Sonra da 'adalet', 'müsavat' (eşitlik) kelimeleri her nedense eskisi kadar söylenmemeye başladı. Ortada yalnız 'Hürriyet' lafı kaldı. Üzerlerine 'Ya Hürriyet ! Ya Ölüm !' yazılı bayraklar gene şurada burada görülüyordu ama Tanrı, imparatorluğun kaderine hürriyeti değil, galiba artık ölümü münasip görmüştü.."
Şevket Süreyya Aydemir, "Suyu Arayan Adam" adlı kitabında bu olayı şöyle anlatır :
"..Fakat bu hürriyet sarhoşluğu uzun sürmedi. Bu güzel hayal alemine ilk ihanet eden, önce padişahın kendisi oldu. Bir gün İstanbul'da, bütün bu yeniliklere karşı, padişahın kışkırttığını söyledikleri bir asker ayaklanması çıktığı haberi Edirne'de bomba gibi patladı..
Bizim şehirde mahalleler şimdi gene boşalıyordu. Fakat bu sefer İstanbul üstüne.. Ağabeylerimin ikisi de gönüllü taburlarıyla hareket ettiler. Büyüğü hasta bir subaydı ; fakat Sultan Hamid'in kindar bir düşmanıydı. Ondan daima 'Şeytan Hamid' diye bahsederdi. Ama, bunu babama duyurmazdı. Babam padişah hakkında ileri geri söz söylenmesini, hatta onun resminin ellerde dolaşmasını bile hoş görmezdi. O, padişahı, milletin büyüğü sayardı. Bütün büyükler gibi ona da, içten gelen, samimi ve saygılı bir itaati vardı..
Edirne'den gönüllü taburları hareket ederken ihtiyarlar, çocuklar, hatta kadınlar bile bu orduya katılmak istiyorlardı. Gidenlerin de bayraklarında 'Ya Hürriyet ! Ya ölüm ! ' yazılıydı. Fakat şimdi her nedense bu sözler Rum, Bulgar vatandaşlarımızın kalpaklarından silinmişti. Papazlar, çeteciler, voyvodalar, kaptanlar, özetle Rum, Bulgar eşkıyası kendilerini artık kenara çekmişlerdi. İstanbul'a, hürriyeti kurtarmak için hareket eden orduya bunlar katılmadılar. Bunun üzerine, hürriyetin getirdiği dört kelimeden ; önce 'uhuvvet' yani 'kardeşlik' kelimesi kendi kendine ortadan kalktı ve unutuldu. Sonra da 'adalet', 'müsavat' (eşitlik) kelimeleri her nedense eskisi kadar söylenmemeye başladı. Ortada yalnız 'Hürriyet' lafı kaldı. Üzerlerine 'Ya Hürriyet ! Ya Ölüm !' yazılı bayraklar gene şurada burada görülüyordu ama Tanrı, imparatorluğun kaderine hürriyeti değil, galiba artık ölümü münasip görmüştü.."
ÖZGÜN KAYNAK: http://tarihtenanekdotlar.blogspot.com
Sabahattin Ali Kimdir?
Sabahattin Ali (d. 25 Şubat 1907 - ö. 2 Nisan 1948) şair ve yazar.
Hayatı [değiştir]
25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur. Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamlamıştır (1921) Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928 - 1930). Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atandı.Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.
Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır. 16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş, 1936'da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir. Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1940 yılında tekrar askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).
"İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştır. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış,İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır. Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi".
Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış, işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda katledilmiş[1] daha sonra da cesedi 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmuştur. Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.[2]
Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.
Edebi kişiliği [değiştir]
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926). Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" Resimli Ay'da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930). Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz".
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir. Sabahattin Ali Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir. 1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.
Sabahattin Ali'nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazmıştır: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü ve roman yazmıştır. 'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.
Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.
Eserleri [değiştir]
Şiir [değiştir]
- 1934: Dağlar ve Rüzgâr
- 1937: Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler'le birlikte
Bestelenen şiirleri [değiştir]
- "Hapishane Şarkısı V" (Aldırma Gönül - Kerem Güney, Edip Akbayram)
- "Eşkiya Dünyaya" (Zülfü Livaneli)
- "Leylim Ley" (Zülfü Livaneli)
- "Hapishane Şarkısı I" (Göklerde Kartal Gibiydim / Nazlı Yarim - Deniz Akyürek)
- "Hapishane Şarkısı III" (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)
- "Hapishane Şarkısı 2" (Bir Yürek Kaldı Avucumunda) (Grup Çağrı) [3]
- "Çocuklar Gibi" (Sezen Aksu)
- "Kız Kaçıran" (Ahmet Kaya)
- "Kara Yazı" (Ahmet Kaya)
- "Melankoli" (Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
- "Eskisi Gibi" (Ben Yine Sana Vurgunum - Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
- "Dağlar" (Benim Meskenim Dağlardır Sadık Gürbüz- Dağlardır DağlarSezen Aksu)
- "Göklerde Kartal Gibiydim" - Grup Çağrı, Volkan Konak
Öyküleri [değiştir]
- Değirmen (1935)
- Kağnı (1936)
- Hanende Melek (1937)
- Ses (1937)
- Kağnı - Ses (1943 - İki kitap birlikte)
- Yeni Dünya (1943)
- Sırça Köşk (1947)
- Kamyon
- Bütün Öyküleri 1 (Aralık 1997, Değirmen, Kağnı ve Ses kitapları ile birlikte)
- Bir Orman Hikayesi
Oyun [değiştir]
- Zanaatkarlar (1936)
Romanları [değiştir]
- Kuyucaklı Yusuf (1937)
- İçimizdeki Şeytan (1940)
- Kürk Mantolu Madonna (1942)
Derlemeler [değiştir]
- Markopaşa Yazıları ve Ötekiler (1998)
- Çakıcı'nın İlk kurşunu (2002)
- Mahkemelerde (2004)
- Hep Genç Kalacağım (2008)
Çevirileri [değiştir]
- Tarihte Garip Vakalar, Max Memmerich (1941)
- Antigone, Sofokles (1942)
- Minna Von Barnhelm, Lessing (1943)
- Üç Romantik Hikaye, H. Von Kleist - A.V. Chamisso - E.T.A. Hoffmann (1944)
- Fontamara, Ignazio Silone (1944)
- Gyges Ve Yüzüğü, Fr. Hebbel (1944)
- Yüzbaşının Kızı, A.S. Puşkin (1944) (Erol Güney ile birlikte)
Kaynak: Vikipedi
1 Aralık 2012 Cumartesi
Adelin Bebeği!
İngiliz asıllı sanatçı Adele geçtiğimiz ay (19) ekim’de geçirdiği bir doğum operasyonuyla doğum yaptı. Sağlıklı bir erkek bebek dünya getiren Adele’nin oğlunun ismi henüz açıklanmadı.
Read more ►
Justin Bieber Sinirlendi!
Bir hafta önce Kanada Başbakanı'yla yanyana çekilmiş fotoğrafı üzerine kıyafetiyle ilgili tepki aldı. Bunun üzerine instagram'daki official Justin Bieber hesabından yayınladığı fotoğrafın altına " toplantıdan gelmiştim, bu dar vakitte takım elbise giymemi mi bekliyordun?... " diyerek kızdı ve açıklama yaptı. İşte o kare!
Read more ►
Kim Kardashian Bahreyn'de!
Geçtiğimiz gün Bahreyn'de olduğunu Official İnstagram 'ından fotoğraflarıyla bildiren Kim Kardashian keyifli vakit geçiriyor. Poposuyla ünlü Kim Kardashian 'ın Bahreyn'den paylaştığı fotoğrafları !
Read more ►
Ev Dekorasyonuyla İlgili İlginç Fikirler
Ev dekorasyonunda en önemli şey kullanılabilirlik ve şıklıktır. Hem şık bir evim olsun hem de pratik minimal çizgiler taşısın diyorsanız, işte size bir kaç ipucu!
- Duvar Kağıdı
Duvar kağıdını seçerken boyanabilir alın. Evinizi tekrar dekore ederken aklinizda bulunmasi gereken şeylerden bir tanesi de pratik bir değişiklik olan duvar kağıdını boyamak olsun.
- Eski Eşyaları Değerlendirin
Eski eşyalarını atmadan önce bir kere daha düşünün. Ahşap çerçeveler, şekilli cam şişeler boyandıklarında dekorasyonunuzu tamamlayan vintage görünümlü aksesuarlara dönüşebilirler.
- Mutfakta Minimalizm
Mutfakta minimalliği ön planda tutun. Bu görünüm mutfağınızın temiz görünümünü daha da arttırır. Örneğin; buzdolabının ön kapağına hic bir obje yapistirmayin. Bunun için yan taraflarını kullanin. Ya da pano mu koymak istiyorsunuz, o halde dolap içlerine mantar pano monte ederek sadelikten odün vermemis olursunuz.
-Yatıya Misafir
Sadece misafirlerini için bir yatak dolabı hazırlayın. İçine koyduğunuz yastık, çarşaf, yorgan, pijama gibi şeyleri mis kokulu deterjanlarla yikadiktan sonra o dolaba koyun ve bunların hepsini beyaz olmasına özen gösterin. Bu sizin misafirinizin üstüne ne kadar titizlendiğinizin kanıtıdır.
-Kayan Sinir Bozucu Halılar
Halınız her üzerinden geçtiğinizde kayıyor mu? O halde bir silikon tabanca yardımıyla halının altina şeritler çizin. Kuruyunca serin. Boylece asla kaymayacaktir.
- Mutfakta Düzen
Marketten aldığınız kuru baklagilleri, makarnaları, baharatları vs can kavanozlara yerleştirin. Böylesi daha sağlıklı, düzenli ve dekoratif olacaktır.
Read more ►
- Duvar Kağıdı
Duvar kağıdını seçerken boyanabilir alın. Evinizi tekrar dekore ederken aklinizda bulunmasi gereken şeylerden bir tanesi de pratik bir değişiklik olan duvar kağıdını boyamak olsun.
- Eski Eşyaları Değerlendirin
Eski eşyalarını atmadan önce bir kere daha düşünün. Ahşap çerçeveler, şekilli cam şişeler boyandıklarında dekorasyonunuzu tamamlayan vintage görünümlü aksesuarlara dönüşebilirler.
- Mutfakta Minimalizm
Mutfakta minimalliği ön planda tutun. Bu görünüm mutfağınızın temiz görünümünü daha da arttırır. Örneğin; buzdolabının ön kapağına hic bir obje yapistirmayin. Bunun için yan taraflarını kullanin. Ya da pano mu koymak istiyorsunuz, o halde dolap içlerine mantar pano monte ederek sadelikten odün vermemis olursunuz.
-Yatıya Misafir
Sadece misafirlerini için bir yatak dolabı hazırlayın. İçine koyduğunuz yastık, çarşaf, yorgan, pijama gibi şeyleri mis kokulu deterjanlarla yikadiktan sonra o dolaba koyun ve bunların hepsini beyaz olmasına özen gösterin. Bu sizin misafirinizin üstüne ne kadar titizlendiğinizin kanıtıdır.
-Kayan Sinir Bozucu Halılar
Halınız her üzerinden geçtiğinizde kayıyor mu? O halde bir silikon tabanca yardımıyla halının altina şeritler çizin. Kuruyunca serin. Boylece asla kaymayacaktir.
- Mutfakta Düzen
Marketten aldığınız kuru baklagilleri, makarnaları, baharatları vs can kavanozlara yerleştirin. Böylesi daha sağlıklı, düzenli ve dekoratif olacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)